Mevlüt Mergen
Köşe Yazarı
Mevlüt Mergen
 

Son Mevlidhan Hacı Mustafa!.. (*)

Son Mevlidhan Hacı Mustafa!.. (*)  Selat-ü selam olsun Allah'ın Resulüne, Bülbülün feryadözlemi var "dost" bağının gülüne!.. Önce neden "son mevlidhan" sözümüze açıklık getirelim, ancak sözlerimizden şu anda Diyarbekir'de "mevlidhan" olarak tanınan kişiler alınmasınlar, onların da bize "hak" vereceği inancıyla diyoruz ki merhum Celal Güzelses ve onun ötesindeki müezzin ve mevlidhanların "iz"ini sürdüğü, o günlerin geleneğini kısaca "kültürünü" yaşarken günümüze de yansıttığı için "son mevlidhan"dır muhterem Abdullah Beydür hoca.. Kendisi bu isimle anılmaz da halk arasındaki lakabıyla "mevlidhan Hacı Mustafa" olarak anılır, tanınır, sevilir ve sayılır, bütün bu tanınma, sevilme ve sayılmanın haklı sebepleri vardır ki bunu sözün başında az da olsa ifade etmeye çalışmıştık. "Seda"sının yüksekliği ve güzelliği kişiliğine apayrı bir özellik katmaktadır, bu özelliğine gerek ezan okurken ve gerekse mevlid tilavetlerinde gösterdiği titizliği katarsak  sanırım bu güzel insanı kamil manada anlatamasak da bunun için çalıştığımız gerçeği ortaya çıkar.. Çocuk yaşlarda başlamış  okuma  aşinalığı, "minare" ile buluşması ise "Safa" camisinde olmuş,  bu caminin harikulade güzel olan  minaresinin kapı anahtarı ellerine tutuşturulur ve adeta "haydi ne yapacaksan yap, kendini yetiştir ya da ne halin varsa gör" denilir. Deneyimi yoktur ezan okumakta sadece o candan okunduğunda can yakan "Muhammedi ezan"ın sözlerini gayet düzgün telaffuz etmektedir, burada diyebiliriz ki "kulağı" kendisine yardım etmiştir, çünkü o kulaklarla dinlediği sesler vardır ki bunların arasındadır. Hocası ve ustası merhum "Berber Mustafa'nın, merhum Celal Güzelses'in  ve Ulu Cami müezzinlerinden "Abdüsselam"ın, merhum "Recep Peker"in ve diğerlerinin sesleri, bu seslerin yansıttığı "makamları" da böylece öğrenmiştir ve çok zaman geçmeden kendisini kabul ettirmiştir Diyarbekir'in "ilahiyat" dünyasına.. Ama bu iş öyle kolay olmamış, kendi sesinden dinlemişliğim var; "O günlerden bir gün birisi bana beş lira vererek minarede 'ferec' okumamı istedi ki bilmiyordum nasıl okunacağını o beş lirayı götürüp bir hocaefendiye verdim ve benimle gelip minareye çıkarak ferec okumasını istedim" Çok eski değil, yakın zamanlarda diyelim ağır hastası olanlar için, ya da doğumu zorlanan hanımlar için minarelerde "Ferec" okutulurdu ki müslümanlar o hastaya dua etsinler diye, dakikalar sürerdi ferec'in veya vefat hallerinde okunan "selalar" şimdiyi ben söylemiyorum.. Sağlığımın müsait olduğu, rahatça yürüyebildiğim zamanlarda  Cuma günleri gittiğim "Sahabeler Camisi" diğer adıyla "Hazret-i Süleyman" Camiinde okuduğu hutbe ezanlarını dinlerken sesine duyduğum hayranlığımı ve kendisine olan aşinalığımı her zaman dile getirir bu sesin sahibiyle tanışmak isteğimi kalbimde taşırdım.  O  "Davudi" ses kulaklarımdan hiç eksilmesin istemişimdir, çünkü Hazret-i Allah'ın Hz. Davud'a (a.s.) ikram ettiği o güzel sesin sanki yansımasıdır  Mevlidhan Hacı Mustafa'nın hançeresinden  kulaklarımıza çarparak "baki kalacak" şekilde "gök kubbe"ye  yükselen nidalar.. Diyarbakır Valiliğince hazırlatılan "alemleri nur eyledi didar-ı Muhammed" klibindeki sesler arasındadır o "Davudi" ses, "bülbülleri zar eyledi "gülzar-ı muhammed" faslını dinlerken o bülbüllerden birisinin de o olduğunu düşünürüm.  Bazen " o gülün rayihası" olarak da algılarım O'nu ve onun gibi peygamber sevdasına kapılmış olanları, başta "Yunus Emre" olmak üzere bütün "hak aşıkları" o gülün rayihasıdır derim ve bunların arasında görürüm Mevlidhan Hacı Mustafa'yı, Mehmet Necati Yandı'yı, Şaban Peker'i, Aziz Kubat'ı.. Diyarbekir'de ilk zamanlar en çok okunan mevlid "Rafet" mevlididir, ne zaman ki radyolarda "Süleyman Çelebi" mevlidi (Diyarbekir'de buna kesik baş mevlidi de denir, mahalle hocaları tarafından Mızrakli İlmihal ile birlikte okutulurdu) okunmaya başlandı haliyle mevlidhanlar bu akıma kapıldılar.  Mevlidhan Hacı Mustafa'da mevlid okurken İstanbul'un mevlidhanlarından geri kalmadığını hatta onlardan önde olduğunu gösterdi ve onların okuduğu makamları da kullandı, ama Diyarbekir"ağzını" ve örfünü hiç unutmadı ve unutturmamak için de "Sultan-ı Nevruz" ve diğer mahalli makamlarını her vesile ile dinletti ve hala da dinletiyor.. Şu günlerde sağlığı pek iyi değil "Abdullah Beydür" ya da Mevlidhan Hacı Mustafa'nın, "şeker" hastalığı onu da yakalamış, aynı hastalık sebebiyle bizim de ayaklarımızda görülen "nöro patik ağrı"lar onun el parmaklarında kendini göstermiş.  Zaten  şeker hastalığını anınca diğer rahatsızlıkları söylemeye gerek yoktur sanırım, çünkü bu hastalığın içinde öylesine çok hastalıklar, çeşitli ağrılar, sızılar gizlenmiş ki, yeri geliyor göze vuruyor, yeri geliyor böbreklerde gösteriyor kendisini, yeri geliyor el ve ayaklarda ağrı olarak 'nöropatik'leşiyor.. "657 sayılı yasa" mucibince müdürlük, amirlik yaparak görev süresini tamamlayıp "emekli" olan "Mevlidhan"ımızı  zaman zaman Ulu Camide görüyorum, bilmiyorum sağlık koşulları 70'ine henüz varmamış bu güzel insanı evinden dışarı çıkarıyor mu, çıktığında "Babatlı"nın çayhanesine yine gidiyor mu?.. Üzülerek sormak söylemek istiyorum,, Ulu Camide gördüğümüz bir çok güzel örf ve adetlerin terk edilişi gibi nedense terk edildi bu koca mabette mübarek ramazan aylarındaki "Merhaba" ve "Elveda"  fasılları, o bu fasıllar icra edilirken "topluluğun" içindeydi yukarıda adını saydığımız müezzinlerle "Cami-i Kebir"in tavanını çınlattıklarında.. Şu anda bu şehirde yaşayıp da onu tanıyanlar biliyor, seviyor, sayıyor, ancak genç nesiller de bilsin istiyoruz, gerçi bizim dışımızda bir çok ansiklopedi ve eserde muhterem hocamızın tanıtımı yapılmış, kişiliği hakkında bizimkinden daha çok bilgi verilmiştir, kendisini bir "dost" olarak bildiğimiz için bizim de acizane ifadelerimizle bilinsin istiyoruz. Sözü toparlarsak Mevlidhan Hacı Mustafa, Diyarbekir'in cami, minare ve mevlid kültürünü yaşayarak günümüze yansıtanların "son halkası" deriz, kırık-dökük ifadelerimizle bu güzel insanı anlatmaya çalıştık, ama onu tam anlatamadığımızın şuuru içinde olduğumuzu da hatırlatalım. Diyarbekir'in yerel kanallarından "Kanal 21"i salık vereceğim okurlarıma, çünkü bu kanal deyim yerinde ise "Diyarbekir'e sevdalanmış" olduğu için bu şehirde halen hayatta olan Diyarbekir'lileri, arayıp buluyor, onlara bu şehir hakkında sorular sorarak "yakın tarihe" ışık tutarak onlara kendi hatıralarını anlattırıyor, tıpkı   Mevlidhan Hacı Mustafa'yı arayıp bulduğu ve ona kendi hayatını kendi sesinden anlattırdığı gibi, bu kanalın sahibi "Taner Özbay"  sanki merhum "Vedat Güldoğan"ın izini takip ediyor. Mevlidhan Hacı Mustafa'nın hayatını adını andığım kanalda kendi sesinden dinledim,. Konuşurken, kendisinden ziyade bu şehrin örfünü, adetlerinden olan ve  bazılarının "Eyvan geceleri" dediği bir  yanlışı  şöyle dile getirdi Hacı Mustafa hoca: "eyvan geceleri diye bir gece yoktur. Diyarbekir eyvanları yaz aylarında 45-50 derece sıcaktırlar, ama şu vardır yaz gecelerinde Dicle kenarındaki hulleler vardır, bağlar vardır toplanılırdı, erkekler akşam üstleri buralara gelirken kadınlar hep buralarda kalırdı" Bizde o yanlış bir daha tekrarlanmasın için bunu burada kayda geçelim istedik. Bülbülleri bile kıskandıracak güzel bir "sedası  olan Mevlidhan Hacı Mustafa'nın adını andığımız televizyon kanalındaki sohbetini baştan sona dinlerken bir an  yıllar öncesine gittim, merhum Hacı Necati Yandı ile bir meclisteyiz,. O ana kadar hiç işitmediğim bir ilahiyi okumaya başladı, zaten o da çok güzel okurdu, okuduğu ilahi ise güzelliğe güzellik katacak bir ilahi idi, aradan hayli uzun yıllar geçti bir gün hastalığı sebebiyle evinde  ziyaret ederken dedim ki "hani sen bir zamanlar bir ilahi okumuştun, ben ilk mısraını ezberlemiştim ki şöyle başlıyordu: 'Subhadem gülzar içinde çaldı bülbül erğanun' n'olur sözlerini olsun  bir daha söylesen ve not alsam" şöyle dedi rahmetli: "İnan ki çoğunu unutmuşum, biliyorsun sağlığım pek iyi değil" ısrar etmemiştim, ancak mevlidhanımız o sohbetinde bu ilahiyi hatırlatınca içimden: 'tamam şimdi muradıma ereceğim' dedim  ve hemen televizyon kanalındaki sohbet biter bitmez kendisini aradım ve isteğimi dile getirdim. Bazı insanlar vardır ki bildikleri hep kendisinde kalsın, başkaları öğrenmesin isterler ve adeta "cimri"leşirler, Hocamız sağ olsun, kırmadı "olur" dedi ve ertesi gece hatırladığı kadarını not ettirdi bize, bizde bu güzel eser unutulmasın, bir zamanlar bu şehrin semalarına böylesi nağmelerin yükseldiği bilinsin için kayda alıyoruz, bu "beyti". Şair  "Zati"nin  yazdığı bu "beyt"i merhum Necati Yandı okurken "Nevruz" makamını kullanmıştı, burada üzülerek şunu söylemek istiyorum, Diyarbekir'in "tasavvuf sema"sı yıldızlarını bir bir kaybediyor. "Hoş seda"ları "gök kubbede baki" kalsa bile isimleri unutulmasın, sevgiyle, saygıyla ve rahmetle "yad" edilsinler istiyoruz, anlatımlarımız kusurludur bunu biliyor ve onların "hoş görüleri"ne sığınırken muhterem mevlidhan hocamızın bize not ettirdiği o ilahinin "tam" olmasa da hatırlanılan mısraları şöyledir:                 Subhadem gülzar içinde çaldı bülbül erğanun                 Eyyuhel uşşake kum inneküm la tesmaun.                 Erğenun tuttu piyale meşrebim doldurdu cam                 Mıtriba çal nağmeyi ya eyyühel müstağfırun                 Gözlerin sarhoşluğu ile bade hem la halk olur                 .  . .  . .  . .  . .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .                 Zati'nin budur muradi canını kurban ede                 İşidenler okusun inna lillahi ve inna ileyhi raciun. SAĞLICAKLA KALINIZ, ÖMRÜNÜZE BEREKET SEVGİLİ OKURLARIM
Ekleme Tarihi: 25 Eylül 2022 - Pazar

Son Mevlidhan Hacı Mustafa!.. (*)

Son Mevlidhan Hacı Mustafa!.. (*)

 Selat-ü selam olsun Allah'ın Resulüne, Bülbülün feryadözlemi var "dost" bağının gülüne!..

Önce neden "son mevlidhan" sözümüze açıklık getirelim, ancak sözlerimizden şu anda Diyarbekir'de "mevlidhan" olarak tanınan kişiler alınmasınlar, onların da bize "hak" vereceği inancıyla diyoruz ki merhum Celal Güzelses ve onun ötesindeki müezzin ve mevlidhanların "iz"ini sürdüğü, o günlerin geleneğini kısaca "kültürünü" yaşarken günümüze de yansıttığı için "son mevlidhan"dır muhterem Abdullah Beydür hoca..

Kendisi bu isimle anılmaz da halk arasındaki lakabıyla "mevlidhan Hacı Mustafa" olarak anılır, tanınır, sevilir ve sayılır, bütün bu tanınma, sevilme ve sayılmanın haklı sebepleri vardır ki bunu sözün başında az da olsa ifade etmeye çalışmıştık.

"Seda"sının yüksekliği ve güzelliği kişiliğine apayrı bir özellik katmaktadır, bu özelliğine gerek ezan okurken ve gerekse mevlid tilavetlerinde gösterdiği titizliği katarsak  sanırım bu güzel insanı kamil manada anlatamasak da bunun için çalıştığımız gerçeği ortaya çıkar..

Çocuk yaşlarda başlamış  okuma  aşinalığı, "minare" ile buluşması ise "Safa" camisinde olmuş,  bu caminin harikulade güzel olan  minaresinin kapı anahtarı ellerine tutuşturulur ve adeta "haydi ne yapacaksan yap, kendini yetiştir ya da ne halin varsa gör" denilir.

Deneyimi yoktur ezan okumakta sadece o candan okunduğunda can yakan "Muhammedi ezan"ın sözlerini gayet düzgün telaffuz etmektedir, burada diyebiliriz ki "kulağı" kendisine yardım etmiştir, çünkü o kulaklarla dinlediği sesler vardır ki bunların arasındadır.

Hocası ve ustası merhum "Berber Mustafa'nın, merhum Celal Güzelses'in  ve Ulu Cami müezzinlerinden "Abdüsselam"ın, merhum "Recep Peker"in ve diğerlerinin sesleri, bu seslerin yansıttığı "makamları" da böylece öğrenmiştir ve çok zaman geçmeden kendisini kabul ettirmiştir Diyarbekir'in "ilahiyat" dünyasına..

Ama bu iş öyle kolay olmamış, kendi sesinden dinlemişliğim var; "O günlerden bir gün birisi bana beş lira vererek minarede 'ferec' okumamı istedi ki bilmiyordum nasıl okunacağını o beş lirayı götürüp bir hocaefendiye verdim ve benimle gelip minareye çıkarak ferec okumasını istedim"

Çok eski değil, yakın zamanlarda diyelim ağır hastası olanlar için, ya da doğumu zorlanan hanımlar için minarelerde "Ferec" okutulurdu ki müslümanlar o hastaya dua etsinler diye, dakikalar sürerdi ferec'in veya vefat hallerinde okunan "selalar" şimdiyi ben söylemiyorum..

Sağlığımın müsait olduğu, rahatça yürüyebildiğim zamanlarda  Cuma günleri gittiğim "Sahabeler Camisi" diğer adıyla "Hazret-i Süleyman" Camiinde okuduğu hutbe ezanlarını dinlerken sesine duyduğum hayranlığımı ve kendisine olan aşinalığımı her zaman dile getirir bu sesin sahibiyle tanışmak isteğimi kalbimde taşırdım.

 O  "Davudi" ses kulaklarımdan hiç eksilmesin istemişimdir, çünkü Hazret-i Allah'ın Hz. Davud'a (a.s.) ikram ettiği o güzel sesin sanki yansımasıdır  Mevlidhan Hacı Mustafa'nın hançeresinden  kulaklarımıza çarparak "baki kalacak" şekilde "gök kubbe"ye  yükselen nidalar..

Diyarbakır Valiliğince hazırlatılan "alemleri nur eyledi didar-ı Muhammed" klibindeki sesler arasındadır o "Davudi" ses, "bülbülleri zar eyledi "gülzar-ı muhammed" faslını dinlerken o bülbüllerden birisinin de o olduğunu düşünürüm.

 Bazen " o gülün rayihası" olarak da algılarım O'nu ve onun gibi peygamber sevdasına kapılmış olanları, başta "Yunus Emre" olmak üzere bütün "hak aşıkları" o gülün rayihasıdır derim ve bunların arasında görürüm Mevlidhan Hacı Mustafa'yı, Mehmet Necati Yandı'yı, Şaban Peker'i, Aziz Kubat'ı..

Diyarbekir'de ilk zamanlar en çok okunan mevlid "Rafet" mevlididir, ne zaman ki radyolarda "Süleyman Çelebi" mevlidi (Diyarbekir'de buna kesik baş mevlidi de denir, mahalle hocaları tarafından Mızrakli İlmihal ile birlikte okutulurdu) okunmaya başlandı haliyle mevlidhanlar bu akıma kapıldılar.

 Mevlidhan Hacı Mustafa'da mevlid okurken İstanbul'un mevlidhanlarından geri kalmadığını hatta onlardan önde olduğunu gösterdi ve onların okuduğu makamları da kullandı, ama Diyarbekir"ağzını" ve örfünü hiç unutmadı ve unutturmamak için de "Sultan-ı Nevruz" ve diğer mahalli makamlarını her vesile ile dinletti ve hala da dinletiyor..

Şu günlerde sağlığı pek iyi değil "Abdullah Beydür" ya da Mevlidhan Hacı Mustafa'nın, "şeker" hastalığı onu da yakalamış, aynı hastalık sebebiyle bizim de ayaklarımızda görülen "nöro patik ağrı"lar onun el parmaklarında kendini göstermiş.

 Zaten  şeker hastalığını anınca diğer rahatsızlıkları söylemeye gerek yoktur sanırım, çünkü bu hastalığın içinde öylesine çok hastalıklar, çeşitli ağrılar, sızılar gizlenmiş ki, yeri geliyor göze vuruyor, yeri geliyor böbreklerde gösteriyor kendisini, yeri geliyor el ve ayaklarda ağrı olarak 'nöropatik'leşiyor..

"657 sayılı yasa" mucibince müdürlük, amirlik yaparak görev süresini tamamlayıp "emekli" olan "Mevlidhan"ımızı  zaman zaman Ulu Camide görüyorum, bilmiyorum sağlık koşulları 70'ine henüz varmamış bu güzel insanı evinden dışarı çıkarıyor mu, çıktığında "Babatlı"nın çayhanesine yine gidiyor mu?..

Üzülerek sormak söylemek istiyorum,, Ulu Camide gördüğümüz bir çok güzel örf ve adetlerin terk edilişi gibi nedense terk edildi bu koca mabette mübarek ramazan aylarındaki "Merhaba" ve "Elveda"  fasılları, o bu fasıllar icra edilirken "topluluğun" içindeydi yukarıda adını saydığımız müezzinlerle "Cami-i Kebir"in tavanını çınlattıklarında..

Şu anda bu şehirde yaşayıp da onu tanıyanlar biliyor, seviyor, sayıyor, ancak genç nesiller de bilsin istiyoruz, gerçi bizim dışımızda bir çok ansiklopedi ve eserde muhterem hocamızın tanıtımı yapılmış, kişiliği hakkında bizimkinden daha çok bilgi verilmiştir, kendisini bir "dost" olarak bildiğimiz için bizim de acizane ifadelerimizle bilinsin istiyoruz.

Sözü toparlarsak Mevlidhan Hacı Mustafa, Diyarbekir'in cami, minare ve mevlid kültürünü yaşayarak günümüze yansıtanların "son halkası" deriz, kırık-dökük ifadelerimizle bu güzel insanı anlatmaya çalıştık, ama onu tam anlatamadığımızın şuuru içinde olduğumuzu da hatırlatalım.

Diyarbekir'in yerel kanallarından "Kanal 21"i salık vereceğim okurlarıma, çünkü bu kanal deyim yerinde ise "Diyarbekir'e sevdalanmış" olduğu için bu şehirde halen hayatta olan Diyarbekir'lileri, arayıp buluyor, onlara bu şehir hakkında sorular sorarak "yakın tarihe" ışık tutarak onlara kendi hatıralarını anlattırıyor, tıpkı   Mevlidhan Hacı Mustafa'yı arayıp bulduğu ve ona kendi hayatını kendi sesinden anlattırdığı gibi, bu kanalın sahibi "Taner Özbay"  sanki merhum "Vedat Güldoğan"ın izini takip ediyor.

Mevlidhan Hacı Mustafa'nın hayatını adını andığım kanalda kendi sesinden dinledim,.

Konuşurken, kendisinden ziyade bu şehrin örfünü, adetlerinden olan ve  bazılarının "Eyvan geceleri" dediği bir  yanlışı  şöyle dile getirdi Hacı Mustafa hoca: "eyvan geceleri diye bir gece yoktur.

Diyarbekir eyvanları yaz aylarında 45-50 derece sıcaktırlar, ama şu vardır yaz gecelerinde Dicle kenarındaki hulleler vardır, bağlar vardır toplanılırdı, erkekler akşam üstleri buralara gelirken kadınlar hep buralarda kalırdı" Bizde o yanlış bir daha tekrarlanmasın için bunu burada kayda geçelim istedik.

Bülbülleri bile kıskandıracak güzel bir "sedası  olan Mevlidhan Hacı Mustafa'nın adını andığımız televizyon kanalındaki sohbetini baştan sona dinlerken bir an  yıllar öncesine gittim, merhum Hacı Necati Yandı ile bir meclisteyiz,.

O ana kadar hiç işitmediğim bir ilahiyi okumaya başladı, zaten o da çok güzel okurdu, okuduğu ilahi ise güzelliğe güzellik katacak bir ilahi idi, aradan hayli uzun yıllar geçti bir gün hastalığı sebebiyle evinde  ziyaret ederken dedim ki "hani sen bir zamanlar bir ilahi okumuştun, ben ilk mısraını ezberlemiştim ki şöyle başlıyordu:

'Subhadem gülzar içinde çaldı bülbül erğanun' n'olur sözlerini olsun  bir daha söylesen ve not alsam" şöyle dedi rahmetli: "İnan ki çoğunu unutmuşum, biliyorsun sağlığım pek iyi değil" ısrar etmemiştim, ancak mevlidhanımız o sohbetinde bu ilahiyi hatırlatınca içimden: 'tamam şimdi muradıma ereceğim' dedim  ve hemen televizyon kanalındaki sohbet biter bitmez kendisini aradım ve isteğimi dile getirdim.

Bazı insanlar vardır ki bildikleri hep kendisinde kalsın, başkaları öğrenmesin isterler ve adeta "cimri"leşirler, Hocamız sağ olsun, kırmadı "olur" dedi ve ertesi gece hatırladığı kadarını not ettirdi bize, bizde bu güzel eser unutulmasın, bir zamanlar bu şehrin semalarına böylesi nağmelerin yükseldiği bilinsin için kayda alıyoruz, bu "beyti".

Şair  "Zati"nin  yazdığı bu "beyt"i merhum Necati Yandı okurken "Nevruz" makamını kullanmıştı, burada üzülerek şunu söylemek istiyorum, Diyarbekir'in "tasavvuf sema"sı yıldızlarını bir bir kaybediyor.

"Hoş seda"ları "gök kubbede baki" kalsa bile isimleri unutulmasın, sevgiyle, saygıyla ve rahmetle "yad" edilsinler istiyoruz, anlatımlarımız kusurludur bunu biliyor ve onların "hoş görüleri"ne sığınırken muhterem mevlidhan hocamızın bize not ettirdiği o ilahinin "tam" olmasa da hatırlanılan mısraları şöyledir:

                Subhadem gülzar içinde çaldı bülbül erğanun

                Eyyuhel uşşake kum inneküm la tesmaun.

                Erğenun tuttu piyale meşrebim doldurdu cam

                Mıtriba çal nağmeyi ya eyyühel müstağfırun

                Gözlerin sarhoşluğu ile bade hem la halk olur

                .  . .  . .  . .  . .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .

                Zati'nin budur muradi canını kurban ede

                İşidenler okusun inna lillahi ve inna ileyhi raciun.

SAĞLICAKLA KALINIZ, ÖMRÜNÜZE BEREKET SEVGİLİ OKURLARIM

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve malatyahakimiyet.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.