Mevlüt Mergen
Köşe Yazarı
Mevlüt Mergen
 

Diyarbekir Yazları1..

MEVLÜT MERGEN AMİDİ 2005 yılından bu yana tam 16 yıldır günlük yazılarımıza “ara” vermedik, hafta sonlarını kendimize ayırmamıza rağmen o günlerde de “tatil” yapmadık, şiir yazdık, hikaye yazdık, nitekim hikayelerimizi iki ayı aşkın bir zamanda “Çarşamba” günleri okudunuz. Bizim için “deniz bitmedi” değişiklik olsun istedik ve şimdi de yine Çarşamba günlerinde “bir şiir bir yorum” başlığı altında sürdüreceğiz alışkanlığımızı, yorumlarımızı yaparken ihtimaldir “özel” duygularımızı da yansıtmaya çalışacağız. Çünkü o şiirler duygularımızın dile getirilişidir, şöyle de diyebiliriz nasıl ki her şarkının, türkünün bir “hikayesi var her şiirin de bir hikayesi olduğundan yapacağımız yorumlarla sunduğumuz şiirin yorumunu şeklinde anlatacağız, hem de “keçi burcundan bir şiir bir yorum” diyerek, şöyle ki: Ecnebi bir seyyah, Diyarbekir’de yaşadığı yaz günlerini anlatırken sıcaklığın 88 dereceye çıktığını söyler, acaba diyoruz o sıcak günlerde mi “Bıyıklı Mehmet Paşa Camiinin” kubbe kurşunları erimiş? Ve yine acaba o yüzden mi bu camiye “kurşunlu Cami” denmiş? Biz seksen sekiz derece sıcaklığı görmedik ama, 45 derecenin üstünde çok sıcak günlerini yaşadık bu şehrin, o günlerde “buzdolabı” yok, mutfaklarda “tel dolap” var, akşamdan kalan yemekler “üçgen” şeklinde örtü içinde çamaşır ipine bağlanırdı ki yemeğin içine bir böcek girmesin, yılan kusmasın zehirini.. İç kalede bir zamanlar mescidi  sonradan buz fabrikasına çevrilmişti,  o fabrikadan at arabası ile şehre buz getirilir ve çeşitli yerlerde satılırdı, buz kalıpları bir metreye yakın uzunlukta idi, kimi yarım kalıp alırdı kimi daha az, evlerde o buzu kıracak keser, “nacak” veya “dehre” bulunurdu, buz bir “telise” sarılırdı ki tez erimesin.. Her evde “habene” ve onun bir küçüğü “testi” vardı, bunlar Diyarbekir’de imal edilirdi, suyu çok serin tutarlardı, yılan ve akrepler yaz günlerinde yuvalarını terk ederdi, onun için kimse evde uyumaz damlara kurulan tahtların etrafına sıtara çekilir ve öylece yatılırdı, ahşap “taht”ların testi konacak “özel” yeri vardı. Çok sıcak olsa da Diyarbekir yazları kışa hazırlık mevsimidir, günümüzde ülkenin her yanında görülen “sebze kurutmaları” sadece Diyarbekir’de görülürdü, çünkü kış mevsiminde bu şehre fazla sebze ve hatta meyve bile gelmezdi, yaz sıcağında kurutularak kış için bekletilirdi. Lice domatesi ile “salça” çıkarılırdı, çok sulu ve ince kabuklu olan bu domatesten her ev yüzlerce kilo alır, suyunu hanımlar elleriyle çıkarır sini ve tepsilere döker damlarda salça olmasını beklerdi, tepsiden tepsiye aktarılırdı ta ki salça kıvamına gelinceye kadar. Yüzme havuzları iç kalede “dingil hava” ve “merhali” çukur mahallede “leylek” havuzları vardı, ayrıca “anzele” havuz değildi ama yüzmek için  girilirdi, yıkandığımı hatırlarım, kocaman balıklar vardı içinde insanlardan kaçmazdı bu balıklar, sadece duvar aralarına girerlerdi, insanlar da “ziyarettir” yani kutsaldır diye o balıklara dokunmaz, yemezlerdi. Evliya çelebi Anzele suyunun iki kere “kırmızılaştığını, ya da kan karıştığını söyler, birinde 4 Murad’ın Bağdat seferindeki dökülen kan, aynı padişahın Diyarbekir’li “Azizler şeyhinin” şehid edildiğinde dökülen kanın Anzele’ye karıştığını söyler. Halkın o sıcak yaz günlerinde serinlemek için en çok gittikleri yer “Sultan Süleyman” camii idi, buradaki çeşmelerin suyu hiç kesilmez gün yirmi dört  saat akarlardı ki hala da öyledir.. Bu günler yine sıcak yaz günleridir ama, geçmişteki kadar sıcaklık yok artık, üstelik evlerde buzdolabı var, sebze meyve boldur, klimalar, vantilatörler sıcağı hissettirmiyor, şiirimiz bize neleri hatırlattı gördünüz mü? Selam ve dua ile.
Ekleme Tarihi: 13 Temmuz 2021 - Salı

Diyarbekir Yazları1..

MEVLÜT MERGEN AMİDİ

2005 yılından bu yana tam 16 yıldır günlük yazılarımıza “ara” vermedik, hafta sonlarını kendimize ayırmamıza rağmen o günlerde de “tatil” yapmadık, şiir yazdık, hikaye yazdık, nitekim hikayelerimizi iki ayı aşkın bir zamanda “Çarşamba” günleri okudunuz.

Bizim için “deniz bitmedi” değişiklik olsun istedik ve şimdi de yine Çarşamba günlerinde “bir şiir bir yorum” başlığı altında sürdüreceğiz alışkanlığımızı, yorumlarımızı yaparken ihtimaldir “özel” duygularımızı da yansıtmaya çalışacağız.

Çünkü o şiirler duygularımızın dile getirilişidir, şöyle de diyebiliriz nasıl ki her şarkının, türkünün bir “hikayesi var her şiirin de bir hikayesi olduğundan yapacağımız yorumlarla sunduğumuz şiirin yorumunu şeklinde anlatacağız, hem de “keçi burcundan bir şiir bir yorum” diyerek, şöyle ki:

Ecnebi bir seyyah, Diyarbekir’de yaşadığı yaz günlerini anlatırken sıcaklığın 88 dereceye çıktığını söyler, acaba diyoruz o sıcak günlerde mi “Bıyıklı Mehmet Paşa Camiinin” kubbe kurşunları erimiş? Ve yine acaba o yüzden mi bu camiye “kurşunlu Cami” denmiş?

Biz seksen sekiz derece sıcaklığı görmedik ama, 45 derecenin üstünde çok sıcak günlerini yaşadık bu şehrin, o günlerde “buzdolabı” yok, mutfaklarda “tel dolap” var, akşamdan kalan yemekler “üçgen” şeklinde örtü içinde çamaşır ipine bağlanırdı ki yemeğin içine bir böcek girmesin, yılan kusmasın zehirini..

İç kalede bir zamanlar mescidi  sonradan buz fabrikasına çevrilmişti,  o fabrikadan at arabası ile şehre buz getirilir ve çeşitli yerlerde satılırdı, buz kalıpları bir metreye yakın uzunlukta idi, kimi yarım kalıp alırdı kimi daha az, evlerde o buzu kıracak keser, “nacak” veya “dehre” bulunurdu, buz bir “telise” sarılırdı ki tez erimesin..

Her evde “habene” ve onun bir küçüğü “testi” vardı, bunlar Diyarbekir’de imal edilirdi, suyu çok serin tutarlardı, yılan ve akrepler yaz günlerinde yuvalarını terk ederdi, onun için kimse evde uyumaz damlara kurulan tahtların etrafına sıtara çekilir ve öylece yatılırdı, ahşap “taht”ların testi konacak “özel” yeri vardı.

Çok sıcak olsa da Diyarbekir yazları kışa hazırlık mevsimidir, günümüzde ülkenin her yanında görülen “sebze kurutmaları” sadece Diyarbekir’de görülürdü, çünkü kış mevsiminde bu şehre fazla sebze ve hatta meyve bile gelmezdi, yaz sıcağında kurutularak kış için bekletilirdi.

Lice domatesi ile “salça” çıkarılırdı, çok sulu ve ince kabuklu olan bu domatesten her ev yüzlerce kilo alır, suyunu hanımlar elleriyle çıkarır sini ve tepsilere döker damlarda salça olmasını beklerdi, tepsiden tepsiye aktarılırdı ta ki salça kıvamına gelinceye kadar.

Yüzme havuzları iç kalede “dingil hava” ve “merhali” çukur mahallede “leylek” havuzları vardı, ayrıca “anzele” havuz değildi ama yüzmek için  girilirdi, yıkandığımı hatırlarım, kocaman balıklar vardı içinde insanlardan kaçmazdı bu balıklar, sadece duvar aralarına girerlerdi, insanlar da “ziyarettir” yani kutsaldır diye o balıklara dokunmaz, yemezlerdi.

Evliya çelebi Anzele suyunun iki kere “kırmızılaştığını, ya da kan karıştığını söyler, birinde 4 Murad’ın Bağdat seferindeki dökülen kan, aynı padişahın Diyarbekir’li “Azizler şeyhinin” şehid edildiğinde dökülen kanın Anzele’ye karıştığını söyler.

Halkın o sıcak yaz günlerinde serinlemek için en çok gittikleri yer “Sultan Süleyman” camii idi, buradaki çeşmelerin suyu hiç kesilmez gün yirmi dört  saat akarlardı ki hala da öyledir..

Bu günler yine sıcak yaz günleridir ama, geçmişteki kadar sıcaklık yok artık, üstelik evlerde buzdolabı var, sebze meyve boldur, klimalar, vantilatörler sıcağı hissettirmiyor, şiirimiz bize neleri hatırlattı gördünüz mü?

Selam ve dua ile.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve malatyahakimiyet.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.